باب: {وكان
عرشه على
الماء} /هود: 7/.
{وهو ربُّ
العرش العظيم}
/التوبة: 129/.
22. ALLAH TEALA'NIN "O'NUN ARŞI SU ÜZERİNDEDİR. "(Hud
7) "O, YÜCE ARŞ'IN SAHİBİDİR."(Tevbe 129) SÖZÜ
قال أبو
العالية:
{استوى إلى
السماء}: ارتفع.
{فسواهنَّ}
/البقرة: 29/:
خلقهنَّ .وقال
مجاهد: {استوى}
علا {على
العرش}
/الأعراف: 54 /.وقال
ابن عباس:
{المجيد}
/البروج: 15/:
الكريم، و{الودود}
/البروج: 14/:
الحبيب، يقال:
حميد مجيد،
كأنه فعيل من
ماجد، محمود
من حَمِدَ.
Ebu'l-Aliye, "isteva ile's-semai"(Araf 54) ayetindeki
"isteva" kelimesini "irtefea =yükseldi",
"fesewahunne"(Bakara 29) ayetini "halakahunne=onları
yarattı" şeklinde tefsir etmiştir. Mücahid, "isteva" fiilini,
"arşın üzerine yükseldi" şeklinde tefsir ederken, İbn Abbas
"el-medd"(Büruc 15) kelimesini "el-kerım =şerefli",
"el-vedud"(Buruc 14) kelimesini "el-habıb=çok seven"
şeklinde tefsir etmiştir. "Hamıdun medd" denilir ki kelime,
"fa'llun" ölçüsünde gibi olup, "macidun"den, "mahmudun"
ise "hamıd"den türemiştir.
حدثنا
عبدان، عن أبي
حمزة، عن
الأعمش، عن
جامع بن
شدَّاد، عن
صفوان بن محرز،
عن عمران بن
حصين قال:
إني
عند النبي صلى
الله عليه
وسلم إذ جاءه
قوم من بني
تميم، فقال:
(اقبلوا
البشرى يا بني
تميم). قالوا:
بشَّرتنا
فأعطنا، فدخل
ناس من أهل اليمن،
فقال: (اقبلوا
البشرى يا أهل
اليمن، إذ لم
يقبلها بنو
تميم). قالوا:
قبلنا، جئناك
لنتفقه في الدين،
ولنسألك عن
أول هذا الأمر
ما كان، قال:
(كان الله ولم
يكن شيء قبله،
وكان عرشه على
الماء، ثم خلق
السماوات
والأرض، وكتب
في الذكر كل
شيء). ثم أتاني
رجل فقال: يا
عمران أدرك
ناقتك فقد
ذهبت،
فانطلقت
أطلبها، فإذا السراب
ينقطع دونها،
وايم الله
لوددت أنها قد
ذهبت ولم أقم.
[-7418-] İmran b. Husayn şöyle anlatmıştır: Nebi
Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanında bulunduğum bir sırada birden Temim
oğullarından bir topluluk çıkageldi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlara
"Müjdeyi kabul edin ey Temim oğulları!" buyurdu. Onlar
"Sen bize müjdeledin. (Beytü'l-mal'den dünyalık da) ver!" dediler. Bu
sırada Yemen halkından birtakım insanlar içeriye girdiler. Nebi Sallallahu
Aleyhi ve Sellem bu sefer onlara
"Ey Yemenliler! Temim oğulları müjdeyi kabul etmek
istemediler" buyurdu. Yemenliler "Biz kabul ettik (Ya Resulallah!)
Esasen bizler senin yanına din hususunda derin anlayışlar kazanalım ve senden
bu işin (yani yaratılışın) ewelinde neler olduğunu soralım diye geldik!"
dediler. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem
" (Ezelde) Allah vardı ve ondan önce hiçbir şey yoktu.
Allah'ın arşı su üzerinde bulunuyordu. Sonra Allah gökleri ve yeri yarattı.
Sonra (levhde) kainatın tamamını takdir ve tespit edip yazdı" dedi. Sonra
tam bu sırada bana bir adam geldi ve "Ya İmran! Yetiş deven kaçıp
gittil" dedi. Ben hemen deveyi aramak üzere gittim. Bir de ne göreyim,
benimle devem arasını serap kesmişti. Allah'a yemin ederim ki keşke devem
gitmiş olsaydı da ben yerimden kalkmasaydım (ve Nebiin sözlerini dinleseydim)
diye arzu ettim.
حدثنا علي بن
عبد الله:
حدثنا عبد
الرزاق: أخبرنا
معمر، عن
همَّام: حدثنا
أبو هريرة،
عن
النبي صلى
الله عليه
وسلم قال: (إن
يمين الله
ملأى لا
يغيضها نفقة،
سحَّاء الليل
والنهار،
أرأيتم ما
أنفق منذ خلق
السماوات
والأرض، فإنه
لم ينقص ما في
يمينه، وعرشه
على الماء،
وبيده الأخرى
الفيض، أو
القبض، يرفع
ويخفض).
[-7419-] Ebu Hureyre'nin nakline göre Resulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
"Şüphesiz Allah'ın sağ eli dopdoludur. Harcamak onu eksiltmez.
O, gece gündüz daima çok cömert olup devamlı verir durur. Allah'ın gökleri ve
yeri yarattığı günden beri verdiği nimetlerinin mahiyetini bana bildirebilir
misiniz? Şu muhakkak ki onun sağ elindeki nimetler hiç eksilmez. Onun arşı su
üzerindedir. Onun diğer elinde de feyiz veya kabz (yani tutma) vardır ki (bir
kısım kavimleri) yükseltir, (diğer bazılarını da) alçaltır."
حدثنا أحمد:
حدثنا محمد بن
أبي بكر
المقدمي: حدثنا
حمَّاد بن
زيد، عن ثابت،
عن أنس قال:
جاء
زيد بن حارثة
يشكو، فجعل
النبي صلى الله
عليه وسلم
يقول: (اتق
الله، وأمسك
عليك زوجك).
قال أنس: لو
كان رسول الله
صلى الله عليه
وسلم كاتماً
شيئاً لكتم
هذه.
قال فكانت
زينب تفخر على
أزواج النبي
صلى الله عليه
وسلم تقول:
زوَّجكنَّ
أهاليكنَّ،
وزوجني الله
تعالى من فوق
سبع سماوات.
وعن ثابت:
{وتخفي في نفسك
ما الله مبديه
وتخشى الناس}.
نزلت في شأن زينب
وزيد بن حارثة.
[-7420-] Enes şöyle demiştir: Zeyd b. Harise geldi. Eşi
Zeyneb binti Cahş'tan şikayet ediyordu. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem de
(Zeyd zevcesini boşamak istedikçe) ona
"Ya Zeyd! Allah'tan kork, eşini yanında tut" diyordu.
Aişe r.anha eğer Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Allah'ın kitabından bir
şey gizleseydi, şu "Eşini yanında tut. Allah'tan kork! diyordun. Allah'ın
açığa uuracağı şeyi insanlardan çekinerek içinde gizliyordun. Oysa asıl
korkmana layık olan Allah'tır"(Ahzab 37) ayetini gizlerdi demiştir. Enes
şöyle dedi: Zeyneb bnt. Cahş, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in diğer
kadınlarına karşı övünür ve "Sizleri Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile
kendi aileleriniz evlendirdi. Halbuki beni onunla yedi kat göklerin üstünden
Yüce Allah evlendirdil" derdi. Ravi Sabit el-Bünanı 'fillah'ın açığa u
uracağı şeyi insanlardan çekinerek içinde gizliyordun" ayeti Zeyneb ile
Zeyd b. Harise hakkında indi demiştir.
حدثنا خلاد
بن يحيى:
حدثنا عيسى بن
طهمان قال:
سمعت أنس بن
مالك رضي الله
عنه يقول:
نزلت
آية الحجاب في
زينب بنت جحش،
وأطعم عليها
يومئذ خبزاً
ولحماً،
وكانت تفخر
على نساء النبي
صلى الله عليه
وسلم، وكانت
تقول: إن الله
أنكحني في
السماء.
[-7421-] Enes b. Malik şöyle dedi: Hicab ayeti (Ahzab 37)
Zeyd ve Zeyneb bnt. Cahş'ın hakkında indi. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem O
gün Zeyneb'in düğün yemeği olarak insanlara et ve ekmek yedirdi. Zeyneb de Nebi
Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in diğer eşlerine karşı övünüp, iftihar ederdi ve
"Şüphesiz Allah beni Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile gökte nikah
etti" derdi.
حدثنا أبو
اليمان:
أخبرنا شعيب:
حدثنا أبو الزناد،
عن الأعرج، عن
أبي هريرة،
عن
النبي صلى
الله عليه
وسلم قال: (إن
الله لما قضى
الخلق، كتب
عنده فوق
عرشه: إن
رحمتي سبقت غضبي).
[-7422-] Ebu Hureyre'nin nakline göre Resulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem
"Yüce Allah bütün yaratıkları yaratmayı hükmettiği zaman
arşının üstünde yanında bulunan bir kitapta şunu yazdı: 'Şüphesiz benim
rahmetim gazabımı geçmiştir'" dedi.
حدثنا
إبراهيم بن
المنذر: حدثني
محمد بن فليح
قال: حدثني
أبي: حدثني
هلال، عن عطاء
بن يسار، عن
أبي هريرة،
عن
النبي صلى
الله عليه
وسلم قال: (من
آمن بالله
ورسوله،
وأقام
الصلاة، وصام
رمضان، كان حقاً
على الله أن
يدخله الجنة،
هاجر في سبيل
الله، أو جلس
في أرضه التي
ولد فيها).
قالوا: يا
رسول الله،
أفلا ننبِّئ
الناس بذلك؟
قال: (إن في
الجنة مائة
درجة، أعدها الله
للمجاهدين في
سبيله، كل
درجتين ما
بينهما كما
بين السماء
والأرض، فإذا
سألتم الله فسلوه
الفردوس،
فإنه أوسط
الجنة، وأعلى
الجنة، وفوقه
عرش الرحمن،
ومنه تَفجَّر
أنهار الجنة).
[-7423-] Ebu Hureyre'nin nakline göre Resulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
"Her kim Allah'a ve onun Resulüne iman eder de namaz kılar ve
ramazan orucu tutarsa onu cennete koymak Allah üzerine bir hak olur. O kimse
ister Allah yolunda hicret etsin, isterse üzerinde doğduğu toprağında
otursun." Bunun üzerine sahabiler
"Ya Resulallah! Bu müjdeyi insanlara haber vermeyelim
mi?" dediler. Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Şüphesiz
cennette yüz derece vardır. Allah onları kendi yolunda cihad eden mücahitler
için hazırladı. Her iki derecenin arasındaki mesafe gökle yer arasındaki mesafe
gibidir. Sizler Allah'tan istediğiniz zaman firdevsi isteyin. Çünkü o cennetin
en üstünü ve en yüksek olanıdır. Firdevsin üstünde Rahmanın arşı vardır.
Cennetin ırmakları firdevsten fışkırıp akarlar" buyurdu.
حدثنا يحيى
بن جعفر:
حدثنا أبو
معاوية، عن
الأعمش، عن
إبراهيم هو
التيمي، عن
أبيه، عن أبي
ذر قال:
دخلت
المسجد ورسول
الله صلى الله
عليه وسلم جالس،
فلما غربت
الشمس قال: (يا
أبا ذر، هل
تدري أين تذهب
هذه). قال: قلت:
الله ورسوله
أعلم، قال:
(فإنها تذهب
تستأذن في
السجود فيؤذن
لها، وكأنها قد
قيل لها:
ارجعي من حيث
جئت، فتطلع من
مغربها، ثم
قرأ: ذلك
مستقرٌّ لها). في
قراءة عبد
الله.
[-7424-] Ebu Zerr şöyle demiştir: Ben mescide girdim,
Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem oturmakta idi. Güneş batınca bana
"Ya Eba Zerr! Bu güneş nereye gider bilir misin?" diye
sordu. Ebu Zerr dedi ki: Ben "Allah ve Resulü en iyi bilendir" dedim.
Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem
"Güneş gider, secde halinde izin ister de kendisine izin
verilir. Sanki ona 'Nereden geldin ise oraya dön!' denilir. O da battığı
taraftan doğar" buyurdu. Sonra Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem
"Zalike mustekarrun leM=Bu onun için belirlenen yerdir" ayetini
okudu. Bu okuyuş, Abdullah b. Mesud'un okuyuşuna göredir.
حدثنا موسى،
عن إبراهيم:
حدثنا ابن
شهاب، عن عبيد
بن السبَّاق:
أن زيد بن
ثابت. وقال
الليث: حدثني
عبد الرحمن بن
خالد، عن ابن
شهاب، عن ابن
السبَّاق: أن
زيد بن ثابت
حدثه قال:
أرسل
إلي أبو بكر،
فتتبعت
القرآن، حتى
وجدت آخر سورة
التوبة مع أبي
خزيمة
الأنصاري، لم
أجدها مع أحد غيره:
{لقد جاءكم
رسول من
أنفسكم}. حتى
خاتمة {براءة}.
حدثنا يحيى
بن بكير:
حدثنا الليث،
عن يونس بهذا،
وقال: مع أبي
خزيمة
الأنصاري.
[-7425-] Zeyd b. Sabit şöyle demiştir: Ebu Bekir bana
haber gönderip çağırttı ve Kur'an'ın toplanması için ardına düşüp gereği gibi
araştırmamı emretti. Araştırmamın sonunda et-Tevbe suresinin sonunu Ebu Huzeyme
el-Ensari'nin beraberinde (yazılı) olarak buldum, bu ayetten ondan başka
kimsenin yanında yazılı olarak bulmadım. Ayet 'Andolsun size kendinizden öyle
bir Nebi gelmiştir ki"(Tevbe 128) şeklinde başlayıp, surenin sonuna kadar
devam ediyordu.
حدثنا
معلَّى بن
أسد: حدثنا
وهيب، عن
سعيد، عن
قتادة، عن أبي
العالية، عن
ابن عباس رضي
الله عنهما
قال:
كان
النبي صلى
الله عليه
وسلم يقول عند
الكرب: (لا إله
إلا الله
العليم
الحليم، لا
إله إلا الله
رب العرش
العظيم، لا
إله إلا الله
رب السماوات
ورب الأرض رب
العرش الكريم).
[-7426-] İbn Abbas r.a. şöyle demiştir: Nebi Sallallahu
Aleyhi ve Sellem keder ve sıkıntı zamanında şu duayı okurdu:
"La ilahe illaIlahu'l-alimu'l-Halim. La ilahe illallahu
Rabbu'l-arşi'l-azim. La ilahe illallahu Rabbu's-semavati ve'l-ardi ve
Rabbu'l-arşi'l-kerim = Allah'tan başka ilah yoktu, ancak azamet hilm sahibi
Allah vardır. Allah'tan başka ilah yoktur, ancak büyük arşın sahibi Allah
vardır. Allah'tan başka ilah yoktur, ancak göklerin Rabbi, yerin Rabbi ve kerim
arş'ın Rabbi olan Allah vardır."
حدثنا محمد
بن يوسف:
حدثنا سفيان،
عن عمرو بن يحيى،
عن أبيه، عن
أبي سعيد
الخدري،
عن
النبي صلى
الله عليه
وسلم: قال
النبي صلى
الله عليه
وسلم: (يصعقون
يوم القيامة،
فإذا أنا
بموسى آخذ
بقائمة من
قوائم العرش).
[-7427-] Ebu Said el-Hudri r.a.'in nakline göre
Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem
"Kıyamet gününde insanlar (o günün şiddetinden) bayılıp
düşeceklerdir. O anda ben kendimi Musa'ya yakın bulacağım. Musa arşın
direklerinden birisine tutunmuş bulunacak."
وقال
الماجشون: عن
عبد الله بن
الفضل، عن أبي
سلمة، عن أبي
هريرة، عن
النبي صلى
الله عليه وسلم
قال: (فأكون
أول من بعث،
فإذا موسى آخذ
بالعرش).
[-7428-] Ebu Hureyre r.a.'in nakline göre Resulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem
"(Onlarla beraber ben de bayılacağım). Ben ilk ayı!tılan
olurum. O anda ben Musa'yı arşa yapışmış bulurum" demiştir.
Fethu'l-Bari Açıklaması:
"Yüce Allah'ın 'O'nun arşı su üzerindedir.' 'O, yüce arşın
sahibidir' sözü." Beyhaki, el-Esma ve's-Sıfat isimli eserinde şöyle der:
Tefsir bilginleri, arşın taht olduğu, bunun Yüce Allah'ın yarattığı bir cisim
olup, meleklerine taşımalarını emrettiği ve ta'zim edip, etrafında tavaf etmek
suretiyle ibadette bulunmaları emrini verdiği noktasında görüş birliği
etmişlerdir. Tıpkı Yüce Allah'ın yeryüzünde bir beyt yaratıp, Adem oğullarına
bunu tavaf edip, namaz kılarken ona doğru dönmelerini emrettiği gibi. İmam
Buharl'nin zikrettiği ayetler ve hadislerle haberler bilginlerin ulaştıkları
kanaatin doğru olduğunu göstermektedir.
"Mücahid, 'isteva' fiilini, 'arşın üzerine yükseldi'
şeklinde tefsir etmiştir."
Firyabı bu haberi Verka vasıtasıyla İbn Ebi Nüceyh'ten mevsul
olarak nakIetmiştir .
Ebu ısmail el-Herevl'nin el-Faruk isimli eserinde kendi
isnadıyla nakline
göre Davud b. Ali b. Halef şöyle demiştir: Dilbilgini Ebu
Abdullah b. el-A'rabı yani Muhammed b. Ziyad'ın yanında bulunuyorduk. Birisi
ona "er-Rahmanu ale'l-arşi isteva" ayetini okudu ve Muhammed b. Ziyad
şöyle dedi: Allah, tıpkı haber verdiği gibi arşının üzerine istiva etmiştir. O
kişi "Ey Ebu Abdullah! Bunun manası "istevla" dan ibarettir
deyince, Ebu Abdullah "Sus! istııanın zıddı olmadıkça "istevla ale'l-arşi"
denmez dedi.
Muhammed b. Ahmed b. en-Nadr el-Ezdı şöyle demiştir:
İbnü'I-A'rabl'den duydum şöyle diyordu: Ahmed b. Ebu Davud benden Arap dilinde
"er-Rahmanu ale'l-arşi isteva" ayetindeki "isteva" fiilinin
"istevla" manasına geldiğini gösteren bir örnek ifade bulmamı istedi.
Ona dedim ki: "Vallahi bunu bulamadım." Bir başkası şöyle demiştir:
"İsteva", "istevla" manasına olsaydı, bu sadece arşa mahsus
olmazdı. Çünkü "istiva" bütün yaratıklara üstün oldu, galip geldi
demektir. Beğavl'nin tefsirinde nakline göre İbn Abbas ve müfessirlerin
çoğunluğu "isteva" kelimesinin manasının "irtefea=yükseldi"
manasına olduğu görüşünü benimsediklerini nakletmiştir. Ebu Ubeyd, el-Ferra ve
başkalarının görüşü de bu doğrultudadır.
Ebu'l-Kasım el-lalekal'nin es-Sünne isimli kitabında Hasan-ı Basrl'nin
annesinden nakline göre Ümmü Seleme şöyle demiştir: "el-İstiva"
meçhul değildir, nasıllığı aklen bilinemez, bunu ikrar etmek imandır, inkar
etmek küfürdür. Rabia b. Ebu Abdurrahman vasıtasıyla nakline göre kendisine
"Allah arşın üzerinde nasıl istiva etmiştir?" diye sorulduğunda şöyle
cevap vermiştir: "İstiva meçhul değildir, nasılolduğu aklen bilinemez.
Risalet Allah'a, tebliğ O'nun Resulüne ve teslim olmak bize aittir."
Beyhaki'nin ceyyid bir isnadla nakline göre Evzai şöyle
demiştir: Tabiun nesiinden birçokları hayatta iken biz "Allah arşının
üzerindedir, bunun niteliklerine dair sünnette yer alanlara iman ediyoruz"
derdik. Sa'lebI'nin bir başka isnadla nakline göre Evzal'ye "Sümme isteva
ale'l-arş" ayetinin manası sorulunca, şöyle dedi: O Allah'ın kendi nefsini
nitelediği gibidir. Beyhakl'nin ceyyid bir isnadla nakline göre Abdullah b.
Vehb şöyle demiştir: İmam Malik'in huzurunda bulunduğumuz bir sırada birisi
içeri girdi ve 'Ey Ebu Abdullah! Yüce Allah 'erRahmanu ale'l-arşi isteva' diyor
ama nasıl istiva etti?" dedi. İmam Malik başını önüne eğdi, hiç konuşmadı
ve tepeden tırnağa ter içinde kaldı. Sonra başını kaldırdı ve şöyle dedi:
"Allah arşın üzerine kendini nasıl anlatmışsa öylece istiva etmiştir.
Burada 'nasıl' diye sorulmaz. Çünkü 'nasıl' sorusu Allah açısından geçersizdir.
Ben seni ancak bir bid'atçı olarak görüyorum. Atın bunu dışarı!"
Yahya b. Yahya'nın nakline göre İmam Malik, Ümmü Seleme'den
nakledilen haberin benzerini rivayet etmiştir. Ancak onun nakline göre Üm mü
Seleme "Bunu ikrar etmek vaciptir, soru sormak bid'attır" demiştir.
Beyhakl'nin nakline göre Ebu Davud et-Tayalısı şöyle demiştir: Süfyan es-Sevrı,
Şu'be, Hammad b. Zeyd, Hammad b. Seleme, Şerik, Ebu Avane "istiva"yı
belirlemezler, benzetmezler ve bu hadisleri rivayet edip, bunun nasılolduğunu
söylemezlerdi. Ebu Davud "Bizim yaklaşımımız da bu doğrultudadır"
demiştir. Beyhaki şöyle devam eder: Bizim büyüklerimiz de bu yaklaşım üzere
olmuşlardır. el-lalekal'nin nakline göre Muhammed b. el-Hasen eş-Şeybanı şöyle
demiştir: Doğudan batıya kadar bütün fıkıh bilginleri Rabbin sıfatı konusunda
herhangi bir benzetmeye ve tefsire gıtmeksizin Kur'an'a ve sika olan ravilerin
Hz. Nebiden naklettikleri hadisler iman etmek gerektiği noktasında ittifak
etmişlerdir. Allah'ın sıfatlarından herhangi birini tefsir eden ve Cehmiyyenin
söylediği gibisini söyleyen Nebi s.a.v.'in ve sahabilerinin üzerinde oldukları
görüşün dışına çıkmış, İslam toplumundan ayrılmış demektir. Çünkü o kimse
Rabbi, herhangi bir değeri olmayan sıfatla nitelemektedir.
el-Velid b. Müslim şöyle demiştir: Evzai, Malik, Sevri, Leys b.
Sa'd'a içinde Allah'ın sıfatlarının olduğu hadisleri sordum, bana şöyle
dediler: "Nasıl olduğunu araştırmaksızın hadislerde nasıl geçiyorsa o
şekilde kabul ediniz." İbn Ebi Hatim'in Menakıbu'ş-Şafii isimli eserde
Yunus b. Abdu'l-A'la'dan nakline göre İmam Şafii şöyle demiştir: "Allah'ın
isimleri ve sıfatları vardır ki hiç kimsenin bunları reddetmesi mümkün
değildir. Bir kimse bu konudaki delili gördükten sonra buna muhalefet ederse kafir
olur. Delil gelmeden önce ise bilmemekle mazurdur. Çünkü bunun bilgisi akılla
kavranılamayacağı gibi görme ve düşünmeyle de anlaşılamaz. Biz bu sıfatların
varlığını kabul ederiz ancak Yüce Allah'ın nefsinin kimseye benzemediğini ifade
ettiği gibi sıfatlarını da başkalarının sıfatlarına benzemekten tenzih ederiz.
Yüce Allah Kur'an'da "Leyse ke mislihi şey'un=onun benzeri hiçbir şey
yoktur"(Şura 11) demektedir. Beyhaki'nin sahih bir isnadla Ahmed b.
Ebü'l-Havari'den nakline göre Süfyan b. Uyeyne şöyle demiştir: Yüce Allah'ın
kitabında kendi nefsini anlattığı bütün ayetlerin tefsiri, onları okumak ve
herhangi bir yorum getirmemektir. Beyhaki'nin Ebu Bekir ed-Dab'i'den nakline
göre ise Süfyan şöyle demiştir: "er-Rahmanu ale'l-arşi isteua=Rahman arşa
istiua etmiştir" ayeti hakkında ehl-i sünnetin görüşü" Rahman arşa
nasılolduğu bilinmeksizin istiva etmiştir" şeklindedir. Bu konuda selef
bilginlerinden gelen haberler çoktur. İmam Şafii ve Ahmed b. Hanbel'in bu
konudaki tutumu da böyledir. Tirmizi, Sünen'inde Ebu Hureyre'nin nüzul ile
ilgili hadisinin ardından şöyle demiştir: Allah kitabında kendisini nasıl
anlatıyorsa arşın o şekilde üzerindedir. (Tirmizi, Tefsir -hadid)
İlim ehli birçok kimse de bu hadis ve buna benzer sıfatlar
hakkında aynı yaklaşımı benimsemişlerdir. Tirmizi, Sadakanın Fazileti bölümünde
şöyle der: Bu rivayetler sabittir. Biz bunlara iman ederiz, başka bir şey gibi
görmeyiz. Bunlar hakkında "nasılolur" denmez. Aynı şekilde İmam
Malik, İbn Uyeyne ve İbnü'lMübarek'in "Bunları nasıllığını merak etmeksizin
olduğu gibi kabul ediniz" dedikleri nakledilmiştir. Ehl-i sünnet
ve'l-cemaatten alimlerin görüşleri bu doğrultudadır. Cehmiyye mezhebine
gelince, onlar Allah'ın sıfatlarını inkar etmişler ve bu Allah'ı (yaratıklara)
benzetmektir (teşbih) demişlerdir. İshak b. Rahuye ise şöyle der: Teşbih
"Allah'ın elimiz gibi eli vardır, işittiğimiz gibi işitme duyusu
vardır" denildiğinde söz konusu olur.
İshak Maide suresinin tefsirinde şöyle demiştir: İmamlar bu
hadisleri tefsir etmeksizin iman ederiz demişlerdir. Sevri, Malik, İbn Uyeyne,
İbnü'l-Mübarek bunlardandır. İbn Abdilben şöyle der: Ehl-i sünnet alimleri
kitap ve sünnette yer alan bu sıfatların ikrar edilmesi noktasında görüş
birliğine varmışlardır. Ancak onlar bu sıfatlardan hiçbirinin nasılolduğunu
belirtmemişlerdir. Cehmiyye, Mutezile ve Haricilere gelince, onlar şöyle
derler: Bu sıfatları kabul eden kimse benzetmede (teşbih) bulunuyor demektir.
Karşı taraf ise Cehmiyye, Mutezile ve Haricilere "muattıla" ismini
vermişlerdir. İmamü'l-Harameyn, er-Risaletu'nNazzamiyyede şöyle der: Allah'ın
sıfatları konusunda alimler farklı tavırlar takınmışlardır. Bazıları bunların
tevil edilmesini ve bu konuda kitabın ayetleriyle sahih sünnetlere yapışmak
gerektiğini söylerken, selef aIimleri bunların tevilinden kaçınmışlar ve nasıl
ifade edilmişlerse o şekilde kabul edip manalarını Allah'a havale
etmişlerdir.(Buruc 15)
Bizim görüş olarak beğendiğimiz ve inanç olarak benimsediğimiz,
selef bilginlerine uymaktır. Çünkü icma-ı ümmetin de iii değeri taşıdığı
noktasında kesin delil vardır. Bu ifadelerin tevil edileceği kesin olsaydı
bilginlerin bunlara olan ilgisi, şeriatın fürCıuna olan ilgilerinden daha fazla
olurdu. Sahabe, tabiCın dönemi tevilden kaçınarak geçtiğine göre uyulması
gereken yolun bu olduğu anlaşılmaktadır.
Fukahau'l-emsar denilen Sevrı, Evzaı, MaIik, Leys ve çağdaşları
olan üçüncü asrın alimlerinden daha önce nakilde bulunmuştuk. Aynı şekilde
bunlardan ilim alan imamların görüşü de böyledir. Şu halde şeriatın sahibi olan
Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şehadeti ile tüm asırların en hayırlısı
olan ilk üç asrın aIimlerinin üzerinde ittifak ettikleri görüşe nasılolur da
güvenilmez.
"İbn Abbas 'el-mecid' keIimesini 'el-kerım=şerefIi',
'el-vedCıd' keIimesini 'elhabıb=çok seven' şeklinde tefsir etmiştir." İbn Ebi
Hatim'in AIi b. Ebi Talha vasıtasıyla nakIine göre İbn Abbas el-BurCıc
suresindeki "zü'l-arşi'l-mecid"369 ayetini tefsir ederken şöyle
demiştir: "el-Mecid", "el-kerım=şerefli" anlamındadır. Yine
İbn Ebi Hatim'in nakIine göre İbn Abbas bundan bir önceki ayet olan "ve
hüve'lğafCıru'l-vedCıd" ifadesini şöyle tefsir etmiştir:
"el-VedCıd", "el-habıb=sevgili" anlamındadır.
Burada "el-mecid" keIimesine, "el-vedCıd"
keIimesinden önce yer verilmesi, Yüce Allah'ın "zü'l-arşi'l-mecid"
ifadesinde yer alan "el-mecid" keIimesini tefsir etmek gayesine
yöneIiktir. İbn Abbas bunu tefsir ettikten sonra ondan önce geçen ismin
tefsirini konu dışı olarak ele aldı. Böylece "el-mecid" keIimesinin
öylesine merfu olarak okunduğuna ve "zü'l-arş" keIimesinin merfu
olarak onun sıfatı olduğuna işaret etmek istemiştir. Kıraat aIimleri
"el-mecid" keIimesinin okunuşu hakkında ihtilaf etmişlerdir. Merfu
olarak "el-mecidu" okunursa kelime Yüce Allah'ın sıfatlarından biri
olur. "el-Meddi" şeklinde kesreIi okunursa bu takdirde
"el-arş" keIimesinin sıfatı olur.
368 Manaların Allah'a havale edilmesi selefbilginlerinin mezhebi
değildir. Selefbilginleri Rebl'a'nın "istiva meçhul değildir. Nasılolduğu
akılla bilinmez" ifadesinde olduğu gibi bunun bilgisini Allah'a havale
etmişlerdir.
İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: Bu konuda İmam Buharl'nin
zikrettiği rivayetlerin tümü İbn Abbas'ın nakli hariç "arş"
kelimesini ihtiva etmektedir. Fakat o bununla bir nükteye dikkat çekmek
istemektedir ki o da şudur: Ayette yer alan "el-medd" kelimesi esreli
(meksur) okunduğu takdirde arşın sıfatı olmaz ki kadim ve ezeli olduğu vehmine
kapılınmasın. Tam tersine o, Allah'ın sıfatıdır. Kelimenin merfu okunması bunun
bir delili iken, "el-vedud" kelimesine bitişmesi diğer delilidir.
Böylece iki kıraatin aynı manada bir araya gelmesi için esre (kesre) mücaveret
(komşuluk) kesresi olur.
Bu kelimenin Buhari'de kendisinden sonra gelen kelime ile
birlikte Allah'ın sıfatı olması da bunu teyit etmektedir.
"Müjdeyi kabul edin ey Temim oğulları!" Ebu Asım'ın rivayetine
göre Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Müjdeler olsun ey Temim
oğulları!" buyurmuştur. Bu müjdeden maksat Müslüman olan kimsenin
cehennemde ebedi olarak kalmaktan kurtulacağı ve bundan sonra -Allah'ın
affetmesi hariç- kişinin ameline göre karşılığını alacağıdır.
"Onlar 'Sen bize müjdeledin. (Beytü'l-mal'den dünyalık da)
ver!' dediler."
Sevrl' nin , Meğazı bölümünde Cami'den nakline göre "Bize
müjde verdiğine göre şimdi (Beytü'l-mal'den dünyalık da) ver dediler."
Yine Meğazı bölümünde Süfyan'a dayanan bir rivayete göre
"Bunun etkisi onun yüzünde görüldü" ifadesi yer almaktadır. Yine aynı
rıvayete göre onlar "Ya Resulallah! Bize müjde verdin" demişlerdir.
Bu ifade onların Müslüman olduklarını ve dünyalığı (acil) istediklerini
göstermektedir. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in onlara öfkelenmesi,
bilgilerinin azlığını fark etmesindendir. Çünkü onlar emellerini fani olan
dünya nimetlerine bağlamışlar ve dün yalı ğı ebedi ahiret sevabını elde
edecekleri dini derinlemesine anlamaya tercih etmişlerdir.
Dbı şöyle der: Temım oğullarının dünyalıktan başka dertleri
olmayınca Nebi s.a.v.'e "Bize müjde verdin. Şimdi bize (beytü'l-mal'den
dünyalık da) ver" dediler. Bundan dolayı Resulullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem Yemenlilere
"Temim oğulları müjdeyi kabul etmek istemediler"
demiştir.
"(Ezelde) Allah vardı ve ondan önce hiçbir şey yoktu."
Bed'ü'l-halk Bölümünde bu ifade daha önce "Ondan başka hiçbir şey
yoktu" şeklinde geçmişti. Bu ifadeden alemin sonradan olma olduğu sonucu
çıkarılmaktadır. Zira "Ondan başka bir şey yoktu" ifadesi bunu açıkça
belirtmektedir. Zira Allah'tan başka her şey mevcut değilken sonra var
olmuştur.
Ebu Hureyre'nin naklettiği "Şüphesiz cennette yüz derece
vardır. Allah onları kendi yolunda cihad eden mücahitler için hazırladı"
şeklindeki beşinci hadisin açıklaması "Allah üzerine haktır"
cümlesiyle birlikte geçmişti. Bunun manası Yüce Allah'ın "Ketebe Rabbukum
ala nefsihi'r-rahmete=Rabbiniz merhamet etmeyi kendi zatına farz
kıldı"(En'am 54) ayet i ile aynı manayadır. Bu ifade, merhametin onun
açısından bağlayıcı olduğu anlamına gelmez. Çünkü onun açısından kendisine ne
emreden ve ne de yasaklama getiren yoktur ki ondan yapmasını talep etmek
gereken şeyi ona farz kılsın. Ayetin manası, Yüce Allah'ın vaad ettiği sevabı
yerine getireceğidir. Çünkü o vaadinden caymaz.
Ebu Zerr'in rivayet ettiği altıncı sıradaki hadisin açıklaması
Bed'ü'l-halk ve Yasın suresinin tefsirinde geçmişti. Burada maksat Allah'ın
arşının yaratılmış (mahluk) olduğunu belirtmektir. Zira arşın üstü ve altı
olduğu sabittir. Alt ve üst ise yaratıkların niteliklerindendir. Güneşin
batıdan nasıl doğacağı Rikak Bölümünde Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in
"Ben ve kıyamet işte şu ikisi gibi olduğumuz. halde gönderildim"
ifadesi açıklanırken geçmişti. İbn Battal şöyle demiştir: "Güneşin izin
istemesi" Allah'ın onda hayat yaratıp, bu esnada dile gelmesidir. Çünkü
Allah cansızlara ve ölülere hayat vermeye kadirdir.